Michel Butor Çevirisi

  1. BİR

Sol ayağınızı bakır sürgüye basmışsınız, sağ omuzunuzla da sürme kapıyı az daha itebilmek için boşuna uğraşıp duruyorsunuz.

Daracık aralıktan içeriye kenarlara sürtünerek sokuluyorsunuz, sonra koyu cam rengi pürtüklü deriden, oldukça ufak valizinizi uzun yolculuklara alışık bir erkeğin valizi bupek ağır olmasa da buraya değin taşımaktan mosmor kesilen parmaklarınızla yatık sapından kavrıyorsunuz, kaslarınızın ve sinirlerinizin tümünün, sadece parmak boğumlarınızda, elinizin ayasında, bileğinizde ve kolunuzda değil, fakat omuz basınızda da, sırtınızın tüm yarısında, ensenizden böğürlerinize dek omurlarınız boyunca da gerilerek meydana çıktığını duyu yorsunuz.

Hayır, bu olağanüstü halsizliğin tek sorumlusu henüz ağarmakta olan tanın erken saatleri değil, yaşınız bu, bundan böyle bedeninize el koyduğunu anlatmak istiyor size, oysa kırk beşinize yeni girdiniz.

Gözleriniz ince bir dumanla perdeli gibi, yarı kapalı, gozkapaklarınız iyiden iyiye duyarlı, henüz kayganlığını bulmamış, ve incecik kırışıklarla dolu; şakaklarınızın derisi yumuşaklığını yitirmiş ve gerilmiş, buralardaki saçlar seyrelmeye ve kırlaşmaya başlıyor, bir yabancı gözüyle belli belirsiz ama sizce öyle değil, Henriette ve Cecile için de değil, artık çocukların gözünden bile kaçmıyor, ve üstünüzde ağırlaşan, sıkan, bunaltan giysiler altında ‘vücudunuz, içini binlerce hayvancığın kapladığı çalkantılı, gazimsi bir suda yüzer gibi.

Bu kompartımanı seçtiniz, çünkü solunuzda, koridora bakan ve gidiş yönünde olan köşe bostu, eğer vakit olsaydı da her zamanki gibi Marnal’dan sizin için yer ayırtmasına istemiş olsaydınız, işte tam burayı isterdiniz, yok hayır, kendiniz telefon edip ayırtırdınız yerinizi, çünkü birkaç günlüğüne Roma’ya sıvıştığınızı Scabelli Tica-retevinden kimse bilmemeliydi.

Sağınızda, yüzü dirseğinize gelen adam yolculuk süresince oturacağınız yerin tam karşısında oturuyor, sizden daha genç, olsa olsa kırkında, sizden boyluca, soluk benizli, saçları da kırca, merceklerin ardında irileşen gözlerini kırpıştırıp duruyor, tütünden sararmış küt tırnaklı elleri iri iri ve kıpır kıpır, hareket saatinin sabırsızlığı içinde parmaklarını sinirli sinirli, bir kenetliyor bir çözüyor, görünüşe bakılırsa, kare kare delikli filede, koridordan yana bölmeye dayalı duran, tıka basa şişirilmiş ve patlak bir dikişinden renk renk uçlarını seçebildiğiniz dosyalarla, herhalde pek sıkıcı cilt cilt kitapla dolu şu siyah çantanın sahibi olmalı, adamın başı üstünde onun özel bir simgesi gibi bu çanta, hem açık seçik hem de sırrına erilmez bir efsane gibi, sadece bir sözcük değil de, başlıbaşına bir nesne bu, sahibiyle ilintili bir nesne.

Öyle dikelip durmanızdan canı sıkılan adam, ayakları tam sizinkilerin dibinde, tedirgin, dik dik bakıyor, oturmanızı söyleyecek oluyor ama, sözler çekingen dudaklarına ulaşamıyor bile, ve pencereye doğru dönerek üzerine S.N.C.F. simgesi işlenmiş perdeyi aralayıp koridora bakıyor.

Aynı kanapede, tutulmuş olduğu halde şimdilik boş duran ve siyah ipek kılıflı bir şemsiyenin yeşil maroken üzerinde çizgi gibi, yanlamasına yattığı yeri geçer geçmez, su geçirmez ekose kılıflı, pırıl pırıl, ufacık iki kilidi göze çarpan, küçük, hafifçecik bir valizin durduğu filenin altında, açık gri tü-vid elbiseli, kırmızı-mor verev çizgili kıra-vat takmış sarısın bir genç adam, askerliğini yapmış olmalı, sağ elinde buğday tenli bir kadının sol eli, başparmağını kadının avucunda ileri geri gezdirerek hafif hafif oynuyor, kadının gözleri bu oyuna dalmış, memnun, birden size kayıyor, baktığınızı görerek hemen kaçırıyor gözlerini, ama genç adamın eliyle oynayışına bakmaya devam ediyor.

Bunlar sadece sevişen bir çift değil, aynı zamanda yeni evliler, ikisinin de parmağında pırıl pırıl yüzükleri var, belki de balayına çıkmışlardır, başlarının üzerindeki filede, üst üste konmuş, kocaman ve birbirinin eşi, domuz derisinden, saplarına incecik kayışlarla dörtköşe meşinden birer etikettik bağlanmış, yepyeni şu iki valiz, cömert bir amcanın armağam değilse bile düğün vesilesiyle alınmıştır herhalde. Sadece onlar önceden yer ayırtmışlar: sarı ve kahverengi iki rezervasyon fişi nikel çubukta, iri iri, siyah rakamlarıyla hareketsiz sarkıyor. Diğer kanapede pencere yanında tek başına oturan, otuz yaşlarında ve şimdiden oldukça semiz, sağ elinin nikotinden sararmış parmakları bir yana, üzerinden temizlik akan bir din adamı, resimlerle dolu dua kitabına dalmaya çalışıyor,üstteki filede, kül rengine dönmüş asfalt karası belge çantasının uzunca fermuarı bir deniz ejderinin sivri dişli ağzı gibi yarı aralık, işte oraya doğru kaldırıyorsunuz valizinizi, tıpkı dökme demirden koskoca içi boş bir gülleyi halkasından kavrayarak yerden kesen gülünç bir meydan atletinin yaptığı gibi, ve tek elle, çünkü öbür elinizde biraz önce almış olduğunuz kitabı hala sımsıkı tutmaktasınız, iri iri pürtüklü, camgöbeği deri kaplı ve üzerine adınızın baş harfleri olan L. D. bastırılmış valizini fileye doğru kaldırıyorsunuz, ailenizin geçen yaş gününüz için almış olduğu armağan bu. Yeniyken Scabelli yazı makineleri Paris Bürosu Müdürüne yakışır derecede şıktı, ve daha yakından incelendiğinde ortaya çıkan şu yağ lekeleri ve halkaları sararmaya yüz tutmuş pasa rağmen, daha bir süre gözü aldatabilir. Karşınızda oturan sevimli ve tatlı genç kadınla din adamının arasında kalan pencereden, bir başka kompartımanın penceresini ve aradan da sarı tahta kanapeleriyle, sicimden örülmüş filesiyle daha eski model bir vagonun içinde, alaca karanlıkta, üst üste yansılanan sayısız şekillerin ötesinden, sizin boyunuzda bir adamın —yaşını tam olarak söyleyemeyeceksiniz, giysilerini de pek iyi seçemiyorsunuz—, biraz Önce sizin yaptığınız ve henüz yorgunluğunu duymakta olduğunuz hareketleri, daha da yavaş olarak ve aynı jestlerle tekrarlamakta olduğunu görüyorsunuz. Oturdunuz, ayaklarınızı şöyle iki yana, artık sakinleşmiş görünen ve durmadan parmaklarını oynatmaktan vazgeçen aydın kişiye doğru uzatıyorsunuz, yanar söner ipek astarlı, kalın ve tüylü kumaştan paltonuzun düğmelerini çözerek eteklerini iki yana atıyorsunuz, daha dün ütülendiği halde çizgisi bozulmuş lacivert pantalonunuzun içinde, dizleriniz ortaya çıkıyor, boynunuzda çaprazlama duran, gevşekçe bir örgüden, pürtük pürtük, ve saman sarısı ile sedef rengi boğumlarıyla size, sarısıyla beyazı birlikte çarpılmış yumurtayı hatırlatan yün kaşkolunuzu sağ elinizle gevşeterek açıyorsunuz, gelişigüzel üçe katlayarak, içinde mavi bir sigara paketi, bir kutu kibrit bulunan ve herhalde dikiş yatakları tütün kırıntıları ve toz dolu, kocamanca palto cebinize sokuşturuyorsunuz. Sonra krom kaplama tokmağı sert bir hareketle kavrıyorsunuz, kaplamadaki ince bir çatlaktan daha koyuca renkteki demir kısım görünüyor, ve sürme kapıyı itmeye çalışıyorsunuz, bir iki sarsılıştan sonra daha ileri gitmemekte direniyor kapı, tam o sırada, koridor penceresinin ardında, ufak tefek, kırmızı yüzlü, siyah pardesûlü, başında melon şapka bir adam beliriyor, biraz önce tıpkı sizin yaptığınız gibi, sürme kapının aralığından, ama kapıyı hiç de zorlamadan, nasıl olsa ne sürgünün ne de kapının gerektiği gibi işlemeyeceğinden eminmiş gibi, tam siz ayaklarınızı toplarken, belli belirsiz bir dudak ve göz hareketiyle, rahatsız ettiğinden ötürü özür dileyerek içeri süzülüyor, görünüşüne bakılırsa Ingiliz, yeşil maroken kanapede çizgi gibi uzanan siyah ipek kılıflı şemsiyenin sahibi olsa gerek, tamam, işte alıyor şemsiyeyi, üstteki fileye değil de, onun altındaki, demir çubuklardan örülmüş etajere koyuyor, şimdi kompartımanda sizden biraz yaslıca sadece bu kişi var, tepesi de daha dazlakça.

Sağda, şakağımzı dayamış olduğunuz buz gibi camdan ve biraz önce önünden naylon kukuletah bir kadının soluk soluğa geçtiği yarı aralık koridor penceresinden, kurşuni gökyüzünde belli belirsiz çizgileriyle ortaya çıkan peron saati ilişiyor gözünüze, minik saniye yelkovanı kesik kesik sıçramalarla dönmekte, tam sekizi sekiz geçiyor, yani trenin kalkmasına daha tam iki dakika var, sol elinizde, az önce gar salonundan almış olduğunuz ve, bu koleksiyona olan güveninizden ötürü hemen hiç düşünmeden, ne kitabın ne de yazarın adına bile bakmadan seçmiş olduğunuz kitabı halasımsıkı tutmaktasınız, birden bileğinizde, şimdiye değin gömleğinizin, ceketinizin ve paltonuzun beyaz, mavi, ve gri üç kat rengi altında gizlenmiş olan, bordo kayışlı ve üzerinde gece ışık veren yeşil bir maddeyle kaplı rakamlar bulunan kol saatinizi tutuveriyorsunuz, sekizi on iki geçiyor geri alıyorsunuz.

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın